15 Aralık 2009 Salı

‘GÖNÜL’LÜ BİR GECE

Yüzünde, asil geçinenlere ait yaldızlı maskeler takılı değildi. Hayat, bu maskeleri yırtıyor, Gönül, çırılçıplak bağıra bağıra konuşuyordu:
“Yok be abi, inan valla, ben istemedim. İstemeden, hep üstüme geldiler. Bunalımdaydım. Bana şekil yaptılar. Önce babasıyla takılıyordum, oğlu sonra çıktı. Birahanenin üstünde bir de oda vermişti babası, orda yatıyordum, geceleri koynuma geliyordu. Her şey yapıyordu, anlıyordum ama anlamıyordum. Gece yarısına kadar müşterilerle içiyordum, aynı yerde yatıyordum. Zaten komayım, ne anlıyacaktım? Pezevenk! Pezevenk işte! Hem çalıştırıyor, müşterilere satıyor, aynı yatakta kendisi işten sonra koynuma giriyor, ‘güzel karıcığım’ diye sarılıyor. Yemin ederim hiçbir şeyden zevk almıyorum be abi, hislerim bitmiş, bitirdiler be! Bitirdiler, üç çocuğum orda burda perişan. Puşt kocam, çekmiş gitmiş bir topal karıya. Hiç karı bulamamış, topal bir karı bulmuş, mahkemeye birlikte geldilerdi orda görmüştüm. Boşandık, sonra kol kola çıkıp gittiler be abi. Ben orada sik gibi ortada kaldım, nereye gideceğimi bilemedim. Sonra… Sonra çocukları anneme bıraktım. Zavallı kadın! Arada bir para veriyordum. Şimdi işler kesat, fazla veremiyorum. Büyük kız evden kaçmış kim bilir nerede? Kim arayacak? Kocam olucak göt de ortada yok. Göt herif, inşallah kurşunlara gelir! Töbe töbe, beddua ettim. Yine de çocukların babası. Neyse… Göt ibne, şerefsiz herif! Sattı, sattı beni o topala; görmedi, görmedi benim güzelliğimi. Bak, yav abi hiç şekil yapmadan konuş, ben güzel değil miyim?”
İşte, konu döndü dolaştı, kadınsı bir soruya takıldı kaldı. Ulan, ne biçim hayat be! Şu kadınların hepsinde gördüğüm şey; ister diplomalı, ister vesikalı olsunlar, duymak istedikleri tek şey, “çok güzelsin” sözleri. Ne varsa?! Gönül’ü ilk tanıdığımda çam yeşili, kendinden sürmeli gözleri, uzun sarı saçları, uzun boyuyla, dikkat çeken bir kadındı. Zaman içinde bu boktan hayat onu, sürekli şişik gözleri, kırık dişleri ile çirkinleştirmişti.
“Ee, söylesene” sesiyle kendime geldim.
Ağzımdan birden,
“Evet çok güzelsin” çıktı ve sustum.
Etrafı taradım, birahane bu gece çok tenha, toplam on kişi var yok. Onun için fazla oturduk, yoksa bir müşteriye takılmış olurdu. Neyse… Gönül akşamdan beri sürekli rakı, bira, votka, karmakarışık içti sarhoş oldu. Ama kabul etmiyor; zaten hiçbir sarhoş, sarhoşluğunu kabul etmez ben dahil… Bu sözlerim üstüne birasını sonuna kadar dikti,
“Dinle beni, bak dinle şekil yapmadan” diyerek makineli tüfek gibi konuşmaya başladı:
“Şu yüzümdeki kesiklere bak, görmüyor musun? Gözlerimin moru daha geçmedi. İzi yok mu? vaar” diyerek ayağa kalktı; oturduğum yerin arkasındaki duvar aynasına bakarak, daha yüksek sesle konuşmaya başladı.
Zannediyorum ki aynada kendini görünce hırçınlaştı. Birahanedekiler dönmüş bizi dinliyordu. Sakin bir sesle,
“Otur be gönül, otur! Daha yavaş konuş be kızım, herkes bizi dinliyor” dedim. Sesini daha yükselterek,
“Dinliyeni sikim laan, dinlesinler! Şu surata bak be, bak be! Sen de şekil yapıyorsun bana be! Sen de aynı boksun! Erkek değil misiniz lan?! O pezevenk de aynı, oğlu da aynı. İkisi bir sikiyorlar beni! Bir gün birisi, bir gün birisi! ‘Onunla yatmıyacaksın lan öldürürüm!’ diyorlar. İkisi de dövüyor beni, dövüyorlar beni!”
diyerek iyice boşalıyordu. Olsun, boşalsın. Ve yerine oturdu hıçkırıklarla. Gözlerinin kuyusundan yanaklarına yaşlar damlamaya başladı. Hıçkırıklarının arasından sürekli, “İkisi bir lan! İkisi de şerefsiz, pezevenk bunlar! İkisi de lan, ikisi de! Sokaktayım ben, sokaktayım lan, sokaktayım!” diye diye biraz sakinleşti.
Onun bağırmalarına katlanıyorum; çünkü, ayna gibi gerçekleri yansıtıyor, kızmıyorum. Gönül iyice sakinleşmişti.
“Kusura bakma, sana da bağırdım. Sen bana yemin ettin, güzelsin dedin. Ona çıldırdım, utanmadan yalan söylüyorsun; sen de, herkes gibi şekil yapıyorsun, sen bari yapma, sen yapma bee!” diyerek sustu.
Ağlaması kesilmişti, şimdi karşımda insana hüzün veren trajik bir görüntü vardı. Zayıf ve korunmasızdı, haklıydı... Bu kadar pisliğin içinden bulutlara bakmak, çok kolay değil. Neyse...
“Gönül, bak” dedim. “Benim utanmama gerek yok, inan seni aşağılamıyorum, doğru söylüyorum, yine de güzelsin, inan şekil yapmıyorum, sana hiçbir zaman yapmadım da.”
Bunları dilim söylüyordu ama içimden bir ses, kendime, “İki yüzlüsün” diyordu. Çünkü Gönül şu an çirkindi.
“Doğru, şekil yapmadın. ‘Madem güzelim yat benimle’ dediğimde neden yatmadın benimle? Şeyin mi kalkmıyordu? Kalkıyordu, kalkıyordu biliyorum kimlere kalktığını; ama haklısın, benim her gün gözüm, suratım şiş. Al işte, dişler de gitti. Gözümün morluğu hala geçmedi. Sen de haklısın tabi, haklısın. O zaman da ‘güzelsin’ diyordun. Neyse be, boşveeer, hadi iç be iç!” diyerek koca bardak birayı bi çekişte götürdü.
Rahatladı. Gerdanına dökülen biraları elinin tersiyle sildi. Bir bira daha istedi. Araya girerek,
“Gönül ben kalkıcam işim var” diyerek ayağa kalktım, gittim hesabı ödedim. Tam çıkacakken,
“Bi dakka” dedi. Döndüm, “Bir yirmi kaat bırak da git. Bu kafayla, o ibnelerin yanına gidemem. Otele gidicem, gidersem kafamı gözümü kırarlar bunlar” dedi. İkiletmedim, çıkarıp yirmiyi toka ederek, açık havaya çıktım. Nefesim bitmiş, akşamdan beri içimde hiç oksijen kalmamış. Derin derin nefeslendim. Biraz kendime geldim. Bazen kendimi İkinci Dünya Savaşı’ndaki Alman tanklarına benzetiyorum. Çünkü bu kadar yükle, nasıl ezilmediğime şaşıyorum. Bir taksiye bindim. Gönül’ün,“ikisi bir, baba oğul sikiyorlar” sözlerini söyleyerek yerleştim koltuğa. Şoför döndü,
“Bana mı dedin?” dedi.
“Yoo, ben bir şey söylemedim” diyerek sustum.
Ama bu sözcükler beynimin en ince damarlarında tur atıyordu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder